24 Kasım 2010 Çarşamba

LYKİA BİRLİĞİ

“Eğer mükemmel bir konfederasyon cumhuriyet örneği vermem gerekse Lykia’yı gösteririm."
Montesquieu, De L’Esprit des Lois (1748)

 
            Işık ,ülkesi anlamına gelen Lykia’da yaşayan ve özgürlüklerine son derece bağlı olmaları ile tanınan bölgedir. 
           
            Luwiler’le akraba bu Anadolu halkında “Birlik” kavramı, daha İ.Ö. 15. yüzyıl sonlarında Anadolu halklarının Hititler’e karşı kurduğu Assuwa Konfederasyonu’na girişle vardır. Hititlerin Lukka dedikleri bu kavmin Anadolu’nun yerlisi olduklarını ve kendilerine Trimili’li dediklerini ve yıllarca bu bölgede yaşadıklarını, Hititlilerle Mısırlılar arasındaki M.Ö. 1295 yılında yapılan Kadeş savaşında Hititlerin müttefiki olarak katılmışlardır.
  
             Mısır firavunu II. Ramses (M.Ö. 1297-1230) dönemine giren Amarna yazılı kaynaklarından Lykialıların Güneybatı Anadolu’da oturduklarını, M.Ö. 1227 yılında Mısır’a, M.Ö. 1200 yılında kralları komutasında Troyalılara yardıma gittiklerini bilinmekte.

        Ben ta uzaklardan geldim yardıma anaforlu Xanthos’tan geldim uzak Lykia’dan sevgili karımı yavrumu kodum orada yoksulların göz dikeceği bir sürü mal mülk kodum savaşa sürüyorum Lykialıları gene de kendim de en öndeyim işte bak. Bu sözler, Lykialıların önderinin Troya savaşları sırasında Troya prensi Hektor’a cesaret vermek için söylediği sözlerdir.

          İ.Ö. 540 dolaylarında Perslere karşı direnemeyeceklerini görerek, eli silah tutamayan halkını Ksanthos Kalesi’nde toplayıp ateşe verdikleri ve askerlerin son kişiye kadar çarpışarak özgürlük uğruna benzersiz bir kahramanlık destanı yazdıkları Herodot’tan okunur.

Heredotos bu olayı şöyle anlatır;
“ Harpagos ordusu Xanthos ovasına indiği zaman, onlar da karşı koydular, bitmez tükenmez kuvvetlere karşı az sayı ile dövüştüler, yiğitlikte nam aldılar, ama yenildiler, kentlerine geri atıldılar, kadınları, çocukları, hazineleri ve köleleri kaleye doldurdular ve alttan, yandan ateşe verdiler, öyleki yangın kaleyi yerle bir etti. Bundan sonra birbirlerine korkunç yeminlerle bağlanarak düşmana saldırdılar ve Xanthos’ta oturanların tümü de savaşarak ölmüş oldular. Bugün bütün Lykia’da kendilerini Xanthos’lu diye tanıtanların, seksen ev dışında, hepsi de yalancıdır. Bu seksen aile o zamanlar ülkenin dışında bulunuyordu, bundan ötürü hayatta kalmışlardır.”

             Bunun kendilerini birliğe taşıyan ulusal dayanışma bilincine dönüşmesi, İ.Ö. 5. yüzyılda Pers ve Atina egemenliğini içlerine sindiremeyişle ve salt bazı kentlerin kendi aralarında birleşmesi biçiminde sürer. 

             Atinalı İsokrates’in  İ.Ö. 4. yüzyıl başlarında, “Likyalılara hiçbir zaman hiçbir kimse bey olamadı” demesi de bundandır.

             Denizlerde de güçlü olan Lykialılar, M.Ö. 482’de Perslerin, Yunan seferine 50 gemi ile katılırlar. Heredotos, sefere katılan Lykialıları; “Lykialılar 50 gemi ile gelmişlerdi. Göğüslük ve dizlik giyiyorlardı. Kızılcık ağacından yayları ve dikensiz kamış okları ve mızrakları vardı. Omuzlarına keçi postu atarlar, başlarına çepeçevre tüyler takılı keçe başlıklar geçirirlerdi. Ayrıca kılıç ve hançer de taşıyorlardı” diye anlatır.
   
             M.Ö. 362 yılında Perslere karşı isyan eden satrapların yanında Pisidyalılar, Klikyalılar ve pamfilyalılarla birlikte isyana katılan Lykialılar, Perslerin yanında yer alan Karia satrabı Mausollos’a yenilince, Lykia Karia satraplığına bağlanır.

             Perslerin kendilerini Karia egemenliği altına sokmasına kızgın olan Lykialılar M.Ö. 333 yılı kışında Lykia’ya gelen İskender’i dostça karşılar ancak İskender kendi komutanlarından Nearkhos’u buraya komutan atayarak yoluna devam eder ve Lykia’nın özgürlüğü böylece son bulur.

             İskender’in ölümüyle Antigonos’un eline geçen Lykia M.Ö. 310’da Mısır’da hüküm süren Ptolemaios’ların onlardan sonra Lysimakhos’un ve M.Ö. 296’da yeniden Ptolemaios’ların eline geçer.

             M.Ö. 197’de Anadolu’yu eline geçirmek isteyen Seleukosların kralı 3.Antiokhos’un M.Ö. 190 yılında Romalılara yenilmesi üzerine Lykia bu savaşta Romalıların yanında yer alan Rodos’a verilir. Rodos’a armağan edilmelerini kabullenemeyen Lykialılar onlara itaat etmektense her şeye katlanacaklarını bildirerek önce M.Ö. 187 daha sonra da M.Ö. 181 yılında isyan ederler ancak bunlarda başarısız olurlar.
     
             Rodos’la ilişkilerinde değişikliğe giden Roma senatosu M.Ö. 167 yılında Karia ve Lykia topraklarının bağımsızlığını ilan eder, bunu üzerine kurulan Lykia birliğine 23 şehir katılır.

             Ceasar ile Pompeius arasındaki savaşta Ceasar’ın tarafını tutan Lykia, Ceasarın bir suikasta kurban gitmesi ve onu öldüren Brutus’un Lykia’ya sefer düzenlemesi sonucu bir kez daha işgal tehlikesi ile karşılaşır. M.Ö. 42 yılında Brutus, Lykia birliği askerlerinin toplandığı Xanthos’a saldırır. Tüm cesaretlerine karşın bu büyük kuvvetlerin karşısında tutunamayan Lykialılar tarihlerinde ikinci kez toplu intihar ederler.

              Brutus şehre girdiğinde kucağında ölmüş çocuğu ve elinde evini ateşe verdiği meşale bulunan bir kadın cesedi karşısında duygulanıp askerlerine kurtardıkları her Xanthos’lu için ödül vereceğini ilan eder ancak bu felaketten yalnızca 150 Xanthoslu kurtarılabilir. Daha sonra roma ordularının Brutusu yenip yeniden Lykia’ya hakim olmaları üzerine Antoninus, Lykia şehirlerini onartır ve Lykia’nın özgürlüğünü onaylar. Böylece lykia, Roma gücünün alanı dışında kalan tek küçük asya bölgesi olarak kalır.

             Romanın bir eyaleti olarak refah içinde yaşamını sürdüren Lykia’yı M.S. 141 yılında bir deprem yerle bir eder, bu depremin yaralarını Roma ve yerli zenginler onarırken de M.S.240’daki ikinci bir deprem ve artan korsan akınları Lykia’nın bazı kentlerinin tamamen yok olmasına sebep olur, geri kalan Lykia kentleri ise M.S. 7. yy’daki Arap akınlarına kadar varlıklarını sürdürür ama zaman içinde arkalarında yüzyıllar boyunca söylenecek dizeleri bırakarak birer birer yok olurlar.

“Evlerimizi mezar yaptık, mezarlarımızı ev.
Yıkıldı evlerimiz, yağmalandı mezarlarımız.
Dağların doruğuna çıktık, toprağın altına girdik.
Suların altında kaldık, gelip buldular bizi.
Bozdular birliğimizi, alt üst ettiler bizi.
Biz ki; analarımızın, kadınlarımızın ve ölülerimizin uğruna.
Biz ki; onurumuz ve özgürlüğümüz uğruna.
Toplu ölümleri yeğleyen bu toprağın insanları.
Bir ateş bıraktık.
Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan...”

             Montesquieu’yü çok etkilemiş, 1748’de basılan ‘De L’Esprit des Lois’ kitabında ünlü Fransız tarihçisi ve filozofu bu yasayı demokrasi bağlamında, “antik dünyanın en mükemmeli” sözleriyle övmüştür. Ve 1787’de Amerika Birleşik Devletler Anayasası’nın biçimlenişinde, özellikle Alexander Hamilton ve James Madison’un konuşmalarıyla,  çağdaş bir model öneminde baş etken olmuştur.

             Likyalıların erken tarihlerde Anadolu halklarıyla ve kendi aralarında birleşerek sergiledikleri bu ulusal bilinç, İ.Ö. 2. yüzyılın ilk yarısında resmen kurumsallaşmıştır. Ve sonuçta, özünde Likya kentlerinin ve vatandaşlarının demokratik bir yasa çerçevesi içinde oylama esaslı seçimle yönetilmelerine dayanan ‘Likya Birliği’ kurulmuştur. Çünkü İ.Ö. 187-168 arası süreçte Rhodos’a karşı bağımsızlığı hedefleyen başkaldırı ve ayaklanmalarda tüm ülkeyi saran birlik ve beraberlik ruhu doruğa ulaşmıştır. İ.Ö. 168/67 yılında kazanılan özgürlüğün ardından da bu tarihsel karara varılmıştır. Çağdaş batı yönetimlerine örnek olan bu “birlik” anayasası antik dünyada tektir. İ.Ö. 507’de kurulan ve sözde batı dünyasının ilk demokratik hareketi olan seçmeci ve ayrıcalıkçı Atina Demokrasisi yanında, çoğulcu yapısı ve hakça yönetim biçimiyle gerçek anlamda uygulanan ilk demokrasi olma önemiyle farklıdır. 

Antik çağ birliklerinin hiç birinde kadın üye bulunmazken, Likya Birliği’nde kadınlar olasılıkla meclis başkanı seçilebilmekteydi.
Likya Birliği antik çağlarda bilinen ilk ve tek birlik değildir, öncesinde İ.Ö. 8. yüzyılda Anadolu’da “İyon Birliği” ve ardından Yunanistan’da çok sayıda yerel birlikler kurulmuştur bunlar farklı etnik gruplar bir araya gelmişler ve bir birlik oluşturmuşlardır. Likya Birliğini bunlardan ayıran en önemli ve belirleyici fark, “ulusal” olmasıdır.
Tarih boyu ödünsüzce sahiplendiği özgürlük uğruna, en son Rodos’a karşı kazanılan bir bağımsızlık savaşı sonucunda kurulmuş bir ”Cumhuriyet’ gibi algılanmalıdır.
Devlet yapısı, antik çağ birlikleri arasında en demokratik olanıdır; çünkü Yunanistan birliklerinin milletvekilleri ve meclis başkanları genelde asker kökenli iken, Likya’da yöneticiler ve milletvekilleri daha çok sivillerden oluşmaktaydı.
Atina demokrasisinde başkanlar “ömür boyu” o görevde kalma hakkına sahipken, Likya’da başkanlar bir yıllığına ve her seferinde bir başka kentten seçilmekteydi.
Birliğin bir Meclisi vardır; üyeler burada toplanır, kararlar burada alınır. Ve her yıl için bir Lykiarkh seçilir.
Lykiarkh birliğin ve meclisin başkanıdır. Görevi, toplantıları yönetmek ve alınan kararların uygulanmasını sağlamaktır; aynı zamanda Arkhiereus sanıyla anılan baş rahiptir.
Meclis ayrıca atlı birlikler için bir birlik komutanı, deniz filosu için bir amiral, birlik sekreteri ve birlik hazinesinin denetiminden sorumlu bir haznedar seçer; kentlerin önemiyle orantılı olarak ortak mahkemeler kurar, hakimler atar.
Mahkeme, kentlerin kendi arasındaki ya da kentlerle birlik arasındaki davalarda karar verir.
Meclis, savaş ve barış, birlik anlaşmaları konusunda karar almada yetkilidir.
Birlik kentleri, üzerinde Apollon ve Artemis’in başlarının betimlendiği, belirli ağırlıkta ortak sikke basar.
Birlik üyeliği, yurttaşlarına da kişisel çıkarlar sağlar. Her Likyalı bir başka birlik kentinde mülk edinebilir, ticaret yapabilir ve başka kentten evlenebilir. Birliğe üye şehirlerin ayrıca yerel meclisleri de bulunmaktaydı. Ancak bu meclisler, sadece ait oldukları kentlerin yönetimlerinden sorumluydu.


An
Patara Meclis Binası Rekonstrüksiyonu ön cephe.

Patara Meclis Binası Rekonstrüksiyonu arka cephe.

Patara Meclis Binası Rekonstrüksiyonu iç dizayn.

Patara Meclis Binası Rekonstrüksiyonu iç dizayn.

Patara Meclis Binası üstten görüntü.

Patara Meclis Binası giriş..

Patara Meclis Binası giriş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder