24 Kasım 2010 Çarşamba

LYKİA BİRLİĞİ

“Eğer mükemmel bir konfederasyon cumhuriyet örneği vermem gerekse Lykia’yı gösteririm."
Montesquieu, De L’Esprit des Lois (1748)

 
            Işık ,ülkesi anlamına gelen Lykia’da yaşayan ve özgürlüklerine son derece bağlı olmaları ile tanınan bölgedir. 
           
            Luwiler’le akraba bu Anadolu halkında “Birlik” kavramı, daha İ.Ö. 15. yüzyıl sonlarında Anadolu halklarının Hititler’e karşı kurduğu Assuwa Konfederasyonu’na girişle vardır. Hititlerin Lukka dedikleri bu kavmin Anadolu’nun yerlisi olduklarını ve kendilerine Trimili’li dediklerini ve yıllarca bu bölgede yaşadıklarını, Hititlilerle Mısırlılar arasındaki M.Ö. 1295 yılında yapılan Kadeş savaşında Hititlerin müttefiki olarak katılmışlardır.
  
             Mısır firavunu II. Ramses (M.Ö. 1297-1230) dönemine giren Amarna yazılı kaynaklarından Lykialıların Güneybatı Anadolu’da oturduklarını, M.Ö. 1227 yılında Mısır’a, M.Ö. 1200 yılında kralları komutasında Troyalılara yardıma gittiklerini bilinmekte.

        Ben ta uzaklardan geldim yardıma anaforlu Xanthos’tan geldim uzak Lykia’dan sevgili karımı yavrumu kodum orada yoksulların göz dikeceği bir sürü mal mülk kodum savaşa sürüyorum Lykialıları gene de kendim de en öndeyim işte bak. Bu sözler, Lykialıların önderinin Troya savaşları sırasında Troya prensi Hektor’a cesaret vermek için söylediği sözlerdir.

          İ.Ö. 540 dolaylarında Perslere karşı direnemeyeceklerini görerek, eli silah tutamayan halkını Ksanthos Kalesi’nde toplayıp ateşe verdikleri ve askerlerin son kişiye kadar çarpışarak özgürlük uğruna benzersiz bir kahramanlık destanı yazdıkları Herodot’tan okunur.

Heredotos bu olayı şöyle anlatır;
“ Harpagos ordusu Xanthos ovasına indiği zaman, onlar da karşı koydular, bitmez tükenmez kuvvetlere karşı az sayı ile dövüştüler, yiğitlikte nam aldılar, ama yenildiler, kentlerine geri atıldılar, kadınları, çocukları, hazineleri ve köleleri kaleye doldurdular ve alttan, yandan ateşe verdiler, öyleki yangın kaleyi yerle bir etti. Bundan sonra birbirlerine korkunç yeminlerle bağlanarak düşmana saldırdılar ve Xanthos’ta oturanların tümü de savaşarak ölmüş oldular. Bugün bütün Lykia’da kendilerini Xanthos’lu diye tanıtanların, seksen ev dışında, hepsi de yalancıdır. Bu seksen aile o zamanlar ülkenin dışında bulunuyordu, bundan ötürü hayatta kalmışlardır.”

             Bunun kendilerini birliğe taşıyan ulusal dayanışma bilincine dönüşmesi, İ.Ö. 5. yüzyılda Pers ve Atina egemenliğini içlerine sindiremeyişle ve salt bazı kentlerin kendi aralarında birleşmesi biçiminde sürer. 

             Atinalı İsokrates’in  İ.Ö. 4. yüzyıl başlarında, “Likyalılara hiçbir zaman hiçbir kimse bey olamadı” demesi de bundandır.

             Denizlerde de güçlü olan Lykialılar, M.Ö. 482’de Perslerin, Yunan seferine 50 gemi ile katılırlar. Heredotos, sefere katılan Lykialıları; “Lykialılar 50 gemi ile gelmişlerdi. Göğüslük ve dizlik giyiyorlardı. Kızılcık ağacından yayları ve dikensiz kamış okları ve mızrakları vardı. Omuzlarına keçi postu atarlar, başlarına çepeçevre tüyler takılı keçe başlıklar geçirirlerdi. Ayrıca kılıç ve hançer de taşıyorlardı” diye anlatır.
   
             M.Ö. 362 yılında Perslere karşı isyan eden satrapların yanında Pisidyalılar, Klikyalılar ve pamfilyalılarla birlikte isyana katılan Lykialılar, Perslerin yanında yer alan Karia satrabı Mausollos’a yenilince, Lykia Karia satraplığına bağlanır.

             Perslerin kendilerini Karia egemenliği altına sokmasına kızgın olan Lykialılar M.Ö. 333 yılı kışında Lykia’ya gelen İskender’i dostça karşılar ancak İskender kendi komutanlarından Nearkhos’u buraya komutan atayarak yoluna devam eder ve Lykia’nın özgürlüğü böylece son bulur.

             İskender’in ölümüyle Antigonos’un eline geçen Lykia M.Ö. 310’da Mısır’da hüküm süren Ptolemaios’ların onlardan sonra Lysimakhos’un ve M.Ö. 296’da yeniden Ptolemaios’ların eline geçer.

             M.Ö. 197’de Anadolu’yu eline geçirmek isteyen Seleukosların kralı 3.Antiokhos’un M.Ö. 190 yılında Romalılara yenilmesi üzerine Lykia bu savaşta Romalıların yanında yer alan Rodos’a verilir. Rodos’a armağan edilmelerini kabullenemeyen Lykialılar onlara itaat etmektense her şeye katlanacaklarını bildirerek önce M.Ö. 187 daha sonra da M.Ö. 181 yılında isyan ederler ancak bunlarda başarısız olurlar.
     
             Rodos’la ilişkilerinde değişikliğe giden Roma senatosu M.Ö. 167 yılında Karia ve Lykia topraklarının bağımsızlığını ilan eder, bunu üzerine kurulan Lykia birliğine 23 şehir katılır.

             Ceasar ile Pompeius arasındaki savaşta Ceasar’ın tarafını tutan Lykia, Ceasarın bir suikasta kurban gitmesi ve onu öldüren Brutus’un Lykia’ya sefer düzenlemesi sonucu bir kez daha işgal tehlikesi ile karşılaşır. M.Ö. 42 yılında Brutus, Lykia birliği askerlerinin toplandığı Xanthos’a saldırır. Tüm cesaretlerine karşın bu büyük kuvvetlerin karşısında tutunamayan Lykialılar tarihlerinde ikinci kez toplu intihar ederler.

              Brutus şehre girdiğinde kucağında ölmüş çocuğu ve elinde evini ateşe verdiği meşale bulunan bir kadın cesedi karşısında duygulanıp askerlerine kurtardıkları her Xanthos’lu için ödül vereceğini ilan eder ancak bu felaketten yalnızca 150 Xanthoslu kurtarılabilir. Daha sonra roma ordularının Brutusu yenip yeniden Lykia’ya hakim olmaları üzerine Antoninus, Lykia şehirlerini onartır ve Lykia’nın özgürlüğünü onaylar. Böylece lykia, Roma gücünün alanı dışında kalan tek küçük asya bölgesi olarak kalır.

             Romanın bir eyaleti olarak refah içinde yaşamını sürdüren Lykia’yı M.S. 141 yılında bir deprem yerle bir eder, bu depremin yaralarını Roma ve yerli zenginler onarırken de M.S.240’daki ikinci bir deprem ve artan korsan akınları Lykia’nın bazı kentlerinin tamamen yok olmasına sebep olur, geri kalan Lykia kentleri ise M.S. 7. yy’daki Arap akınlarına kadar varlıklarını sürdürür ama zaman içinde arkalarında yüzyıllar boyunca söylenecek dizeleri bırakarak birer birer yok olurlar.

“Evlerimizi mezar yaptık, mezarlarımızı ev.
Yıkıldı evlerimiz, yağmalandı mezarlarımız.
Dağların doruğuna çıktık, toprağın altına girdik.
Suların altında kaldık, gelip buldular bizi.
Bozdular birliğimizi, alt üst ettiler bizi.
Biz ki; analarımızın, kadınlarımızın ve ölülerimizin uğruna.
Biz ki; onurumuz ve özgürlüğümüz uğruna.
Toplu ölümleri yeğleyen bu toprağın insanları.
Bir ateş bıraktık.
Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan...”

             Montesquieu’yü çok etkilemiş, 1748’de basılan ‘De L’Esprit des Lois’ kitabında ünlü Fransız tarihçisi ve filozofu bu yasayı demokrasi bağlamında, “antik dünyanın en mükemmeli” sözleriyle övmüştür. Ve 1787’de Amerika Birleşik Devletler Anayasası’nın biçimlenişinde, özellikle Alexander Hamilton ve James Madison’un konuşmalarıyla,  çağdaş bir model öneminde baş etken olmuştur.

             Likyalıların erken tarihlerde Anadolu halklarıyla ve kendi aralarında birleşerek sergiledikleri bu ulusal bilinç, İ.Ö. 2. yüzyılın ilk yarısında resmen kurumsallaşmıştır. Ve sonuçta, özünde Likya kentlerinin ve vatandaşlarının demokratik bir yasa çerçevesi içinde oylama esaslı seçimle yönetilmelerine dayanan ‘Likya Birliği’ kurulmuştur. Çünkü İ.Ö. 187-168 arası süreçte Rhodos’a karşı bağımsızlığı hedefleyen başkaldırı ve ayaklanmalarda tüm ülkeyi saran birlik ve beraberlik ruhu doruğa ulaşmıştır. İ.Ö. 168/67 yılında kazanılan özgürlüğün ardından da bu tarihsel karara varılmıştır. Çağdaş batı yönetimlerine örnek olan bu “birlik” anayasası antik dünyada tektir. İ.Ö. 507’de kurulan ve sözde batı dünyasının ilk demokratik hareketi olan seçmeci ve ayrıcalıkçı Atina Demokrasisi yanında, çoğulcu yapısı ve hakça yönetim biçimiyle gerçek anlamda uygulanan ilk demokrasi olma önemiyle farklıdır. 

Antik çağ birliklerinin hiç birinde kadın üye bulunmazken, Likya Birliği’nde kadınlar olasılıkla meclis başkanı seçilebilmekteydi.
Likya Birliği antik çağlarda bilinen ilk ve tek birlik değildir, öncesinde İ.Ö. 8. yüzyılda Anadolu’da “İyon Birliği” ve ardından Yunanistan’da çok sayıda yerel birlikler kurulmuştur bunlar farklı etnik gruplar bir araya gelmişler ve bir birlik oluşturmuşlardır. Likya Birliğini bunlardan ayıran en önemli ve belirleyici fark, “ulusal” olmasıdır.
Tarih boyu ödünsüzce sahiplendiği özgürlük uğruna, en son Rodos’a karşı kazanılan bir bağımsızlık savaşı sonucunda kurulmuş bir ”Cumhuriyet’ gibi algılanmalıdır.
Devlet yapısı, antik çağ birlikleri arasında en demokratik olanıdır; çünkü Yunanistan birliklerinin milletvekilleri ve meclis başkanları genelde asker kökenli iken, Likya’da yöneticiler ve milletvekilleri daha çok sivillerden oluşmaktaydı.
Atina demokrasisinde başkanlar “ömür boyu” o görevde kalma hakkına sahipken, Likya’da başkanlar bir yıllığına ve her seferinde bir başka kentten seçilmekteydi.
Birliğin bir Meclisi vardır; üyeler burada toplanır, kararlar burada alınır. Ve her yıl için bir Lykiarkh seçilir.
Lykiarkh birliğin ve meclisin başkanıdır. Görevi, toplantıları yönetmek ve alınan kararların uygulanmasını sağlamaktır; aynı zamanda Arkhiereus sanıyla anılan baş rahiptir.
Meclis ayrıca atlı birlikler için bir birlik komutanı, deniz filosu için bir amiral, birlik sekreteri ve birlik hazinesinin denetiminden sorumlu bir haznedar seçer; kentlerin önemiyle orantılı olarak ortak mahkemeler kurar, hakimler atar.
Mahkeme, kentlerin kendi arasındaki ya da kentlerle birlik arasındaki davalarda karar verir.
Meclis, savaş ve barış, birlik anlaşmaları konusunda karar almada yetkilidir.
Birlik kentleri, üzerinde Apollon ve Artemis’in başlarının betimlendiği, belirli ağırlıkta ortak sikke basar.
Birlik üyeliği, yurttaşlarına da kişisel çıkarlar sağlar. Her Likyalı bir başka birlik kentinde mülk edinebilir, ticaret yapabilir ve başka kentten evlenebilir. Birliğe üye şehirlerin ayrıca yerel meclisleri de bulunmaktaydı. Ancak bu meclisler, sadece ait oldukları kentlerin yönetimlerinden sorumluydu.


An
Patara Meclis Binası Rekonstrüksiyonu ön cephe.

Patara Meclis Binası Rekonstrüksiyonu arka cephe.

Patara Meclis Binası Rekonstrüksiyonu iç dizayn.

Patara Meclis Binası Rekonstrüksiyonu iç dizayn.

Patara Meclis Binası üstten görüntü.

Patara Meclis Binası giriş..

Patara Meclis Binası giriş.

23 Kasım 2010 Salı

LYKİA COĞRAFYASI VE GENEL ÖZELLİKLERİ


ANA HATLARIYLA LYKIA COĞRAFYASI    
 Sınırlat ve Topografya
"(14.3.2) Rhodos'luların Daidala'sından sonra, lykia'nın aynı isimli bir dağı olan Daidala gelir. Tüm lykia kıyı yolculuğu başlangıcını buradan alır, 1720 stadion (uzunluğundadır), engebeli ve zorludur; fakat sık aralıklarla iyi limanlandırılmış ve ölçülü insanlarca iskan edilmiştir. Yörenin doğası, Pamphylia'lıların ve dağlık Kilikia'lıların (doğasına) benler. Fakat, onlar korsanlık yaparak ya da korsanlara ganimet satışları ve demirleme yeri sağlayarak, merkez üslerini korsanlık yararına kullandılar. Pamphylia'nın Side kentinde tersaneler Kilikia'lılarla beraber kullanıldı, ve orada açık artırma yoluyla tutsakları, özgür olduklarını bile bile satıyorlardı: onlar başarıyla ital-ya'ya kadar deniz üstünlüğünü kazansalar da, lykia'lılar öyle yasalara bağlı ve ölçülü yaşadılar ki, kimse tarafından utanç verici bir kazançla anılmadılar; bilakis atadan kalma Lykia Birliği idaresinde kaldılar... (14.3.9.sat. 18) ...sonuç olarak, Pamphylia sınırındaki dağlar yamacına kurulmuş olan kent (Phaselis) lykia'hdır, lykia Birli-ği'nde ise, oy hakkına sahip değildir. Kendi başına durmaktadır... (14.4.1)...Phaselis'ten sonra,   Pamphylia'nın   başlangıcı   ve   büyük   bir   kale   olan   Olbia   gelir...'"
STRABON
Strabön, bu yazdıklarıyla Lykia'yı, coğrafi, karakteristiği ile değerlendirmiştir. Uzun tehlikeli bir kayalık kıyı şeridine sahip olmasına rağmen pek çok korunaklı limanla donatıldığını söyler ve ger­çekten Telmessos, Patara, Antiphellos, Andriake, Finike, Phaselis gibi limanlar oldukça önemli ve doğal korunaklı limanlardır ve yine onun bildirdiği gibi tüm kıyı şeridi hemen hemen 1720 stadion yani aşağı yukarı 320 km uzunluğundadır. Ona göre, Lykia kıyı sınırı batıda Daidala'nın hemen doğusundan başlar ve doğuda, Lykia kenti olan; fakat Strabon'un birlik içerisinde oy hak­kı olmadığını belirttiği Phaselis'le son bulur. Genel bağlamda bu sınırlandırma pek de yanlış de­ğildir. Pek çok yerde olduğu gibi sınırlar çoğunlukla fiziki yapısına göre belirlenmiş olup genellik­le şu şekilde kabul edilir: doğuda, Türkiye'nin en güneydeki ucu olan Gelidonya burnundan baş­layıp Antalya'ya doğru uzanan Beydağları (Masikytos'lar) arasında oluşmuş Alakır vadisinin doğu yakası ve kıyıda Idyros (Çamyuva) da dahil olmak üzere Kemer'e (Olbia) kadar olan kısım; ku­zeyde Milyas (Elmalı ve civarı), Gölhisar'ın güneyindeki Dirmil (Altınyayla) ve Seki Ovası; batıda ise Dalaman nehri (Indos).
Alüvyal yapıdaki kıyı Lykia, geniş vadilere ve yüksek iç yaylalara dar dağ geçideriyle bağlan­maktadır. Dağlık bölgelerin antik dönemde farklı isimleri vardı. Merkezi Lykia'da Kragos (Akdağlar), doğuda Masikytos (Beydağları) ve Solyma (Güllük dağı ve güneyde Tahtalı'yı da içine alan gurup), kuzey-merkez ve kuzeydoğuda Milyas, kuzeybatıda Kibyratis. Kragos'un güneyi ve " güneybatısı hariç bu bölgelerin gerçekte ne zaman ve nasıl Lykia sınırlarına dahil olduğu tam an­lamıyla anlaşılmış değildir. Strabon'a ve kaynak olarak gösterdiği Herodotos'a göre, Solymos yarımadanın en erken iskan edilen yeridir. 'Solymos' ismi kökende Milyas halkına karşılık geliyor olabilir, fakat sonraları Pamphylia ile aynm noktası olan, Lykia'daki sıradağların en doğusuna isim olmuştur. Milyas, belki de Klasik Dönem'de, Pers yönetimi tarafından Lykia dynastlığına bağ­lanmıştı ve İÖ. 360'lardaki Ksanthos egemenlik genişletmesinde de hedef olabilirdi. Fakat ke­sinlikle, yaklaşık İÖ. 370'lerde meydana gelen satrap ayaklanmasına kanlan Limyra beyi Perikle döneminde Lykia idari sınırları içerisine katılmıştı.
 
Sınırlar 
Sınırlar dönemler içerisinde değişiklik göstermektedir. Örneğin batıda Telmessos politik ola­rak her zaman Lykia'ya bağlı olmamıştır. Klasik Dönem'de Lykia'dan ayrı olduğunu Atina Vergi listeleri göstermektedir. Fakat İÖ. IV. yüzyılda Perikle döneminde Lykia'ya dahil edildiği kesin­dir. İÖ. 240 yılında kent Ptolemaios III tarafından Lysimakhos'un oğlu Ptolemaios'a verilmiş­tir. Daha sonraları 188 yılındaki Apameia Barışı'yla Pergamon kralı Eumenes'in hakimiyetine girmiş 133 yılında Pergamon Krallığı'nın çöküşüyle Lykia sınırlarına tekrar katılmıştır. Daha batıdaki Daidala, Lydai, Krya ve Kalynda ise ancak Roma imparatorluk döneminde politik olarak Lykia'ya bağlanmışlardı. Bu hususta Strabon'a bakacak olursak, bati. sının, kendi döneminde, Daidala'nın doğusundadır. Augustus ve Vespasianus dönemleri arasında bu sınırın daha batıya gittiği söylenebilir. En azından İS. IV. yüzyılda Smyma'lı Quintus sınırın Indos olduğunu vur­gular. Bizans Dönemi'nde ise Kaunos bölgeye dahil edilir.

Bölgenin Kuzey sınırları olan Kibyratis Bölgesi ise Roma generali Mutena tarafından, İÖ. 89'da, Lykia'ya dahil edilmiştir. Kibyratis bölgesi Bubon, Balbura ve Oinoanda kentlerinden oluşmaktadır.
Doğuda Phaselis ve Olympos bir sınır genişletmesi sonucunda Lykia içine dahil edilmiş olarak görülebilir. Olympos Artemidöros'a göre, Hellenistik dönemde, Lykia birliği içerisindedir. Klasik Dönem'de Phaselis Atina Vergi Listeleri'nde Lykia'dan farklı olarak kayıtlara geçmiştir. Jameson'a göre, İÖ. I. yüzyıla kadar Phaselis'in Lykia sınırlarında olduğuna dair antik kaynaklar­da bir tutarlılık olmamakla birlikte, bazı antik kaynaklara göre bu döneme kadarki herhangi bir zaman diliminde Lykia birliğinde üyeliği olmuştur ve Strabön'un "Lykia kenti olmasına rağmen bir­likte oy hakkı yoktu" gibi bir ifadesine göre daha sonra birlikten ayrılmıştır. İÖ. I. yüzyılda Olympos ve Phaselis kesin olarak Lykia'ya bağlanmış olmalıdır.

Bu çalışmada belirlenen asıl sınır Roma imparatorluk sınırlarıdır. Fakat Bizans döneminde bölgeye dahil edilen Kaunos da düşünülerek Dalyan Nehri (Kalbis) ve Köyceğiz Gölü (Kaunia) çalışmaya dahil edilmiştir.
Jeomorfoloji

L. B. Platt'a göre, yaklaşık 200 milyon yıl önce daha büyük bir şekilde sualtında olan ve su­yun bıraktığı tortullar, çökeltilerle kaplanan Teke yarımadası, Kuzey Afrika'dan ayrılarak sonraki 150 milyon yıl boyunca kuzeye, önüne gelen deniz seviyesindeki kayaları ve daha açıklardaki tor­tulları toplayarak Anadolu kıyılarına çarpana dek sürüklenmiş ve yaklaşık 50 milyon yıl önce su­yun üzerinde yükselmiştir. Dış kabuk deformasyonu, tarihsel süreçte meydana gelmiş pek çok muazzam hatta dağların dahi biçim değiştirmesine yol açan depremlere neden olarak, uzun süre devam etmiştir. Yumuşak kalker kayalar, bir kısmı kıyıya kadar uzanan nehirler tarafından muh­teşem vadiler oluşturarak kesilmiştir; kanallar, bilinmeyen derinliklerde dağların arasına doğru yeraltında açılmış bataklık çukurları aracılığıyla yukarılarda da meydana gelmiştir (Elmalı ovası gibi). Bu akarsular oldukça fazla alüvyon taşıyarak, büyük alüvyal alanlar oluşturmuştur. Örneğin Yavu Ovası'nda alüvyal katmanın 7 m'den fazla olduğu tespit edilmiştir. Myra'daki Aziz Nikolaos Kilisesi ile tiyatro civarlarındaki jeolojik araştırmalarla, kısa bir sürede oluşmuş oldukça kaim bir alüvyon tabaka olduğu anlaşılmıştır. Demre Ovası'nda alüvyon kalınlığı 100 m ya da biraz daha fazla olduğu tespit edilmiştir. 
Nüfus
Bean'e göre, yarımadanın nüfusu Roma Dönemi'nde (en kalabalık dönem) 200.000 kişi ka­dardı. Ancak, bu nüfusun coğrafi dağılımı politik ve ekonomik koşullara, ayrıca iklim koşulları­na göre geniş bir alanda yaydım göstermiştir ve yeni pek çok çiftlik , köy ve kent yerleşim yerleri­nin keşfiyle 200.000'in üzerinde olması beklenir. Klasik çağda, en büyük yerleşimler sahil boyun­ca sıralanmışlardı; fakat bu alanlar orta Bizans döneminden bu yana yerleşim görmemiş ve nüfus kaybetmeye başlamıştır. 19 yy. ortalarında, Fellows, yörenin en büyük kentinin 25 bin kişilik nüfusuyla Elmalı olduğunu belirtmektedir. Buna mukabil son 20 yıl içerisinde turizm sektörü kıyının büyük bir bölümünü işgal etmiş ve uzun süren dinginliği bozarak yeniden nüfusu artır­mıştır.
Vadiler, Yollar ve Yerleşim
Lykia Yarımadası'nın bilinen ilk kenderi (Telmessos, Ksanthos, Myra, Limyra vs.) iyi sulan­dırılmış verimli topraklarda, vadilerde (Ksanthos, Myros, Arykandos, Alakır vadileri) ve limanlık kıyı bölgelerinde (Telmessos, Patara, Antiphellos, Finike, Phaselis vs.) kurulmuştur. Akdağlar (Kragos) ile Beydağkrı'nın (Masikytos) ve Tauroslar'ın çıkıntılarının yanmada merkezinden ayır­dığı bu kender Lykia'nın temel kentleridir. Her iki sıradağın da yüksekliği 3000 m'yi aşmaktadır.
Lykia'nın doğusundaki en önemli vadi Alakır Çayı'nın oluşturduğu vadidir. Masikytos'ları ikiye ayıran bu vadi Lykia'nın en yoğun yedeşimlerinin bulunduğu bölgelerinden birisidir. Alakır Çayı'nın doğusunda, güneyden kuzeye doğru; Gagai (Aktaş), Korydalla (Hacıveliler), Rhodiapolis, Pygela, Korma (Karabük), Lykai (Bölücektaş), Kitanaura (Saraycik), Kosara bulun­maktadır. Bu kenderle fayı arasında içerisinde Tahtalı kütlesi ve Klimaks'ın da yer aldığı Beydağ­ları'nın doğu silsilesi uzanır. Bu sıradağlar boyu uzanan kıyının Gelidonya'dan Olbia'ya (Kemer) kadar olan kısmı Lykia'ya, Olbia'yla birlikte sonrası Pamphylia'ya aittir. Bu kıyıda bulunan Olympos (Musa Dağı üzerinde olan), sonradan ismini Musa Dağı üzerindeki Olympos'a izafeten Olympos olarak değiştiren Körykos (Deliktaş), Phaselis (Tekirova), Idyros (Çamyuva), Olbia, Thebe (Göynük) ve Lyrnas (Beldibi) kenderinden başka, yamaçlarda ve zirvelerde irili ufaklı pek çok yerleşim alanı ve kaleler vardır. Alakır Çayı'nın batısındaki başlıca kender ise: Finike, Limyra, Akalissos (Asarderesi) ve Idebessos'tur (Kozağaa). Akkır Vadisi, kuzeyde düze çıktığı yerde, Kozarası/Kaplan Dağı (Kosara?) civarında, yerini, Antalya'ya kadar uzayan ve yine önemli bir yol güzergahı olan Çandır Vadisi'ne bırakır. İçerisinden Çandır Çayı'nın geçtiği bu vadide, Kosara'dan sonra Typallia (Çitdibi) ve Trebenna (Geyikbayırı/Çağlarca) yer alır. Çandır Vadi-si'nin sonuna doğru ise, küçük bir vadi okn Gökdere Vadisi ve onun başlangıcındaki Onobara (Gedeller) vardır.

Finike'de denize dökülen Arykandos (Başgöz) Nehri'nin oluşturduğu vadi de yine önemli bir yol güzergahı olarak, Milyas ve kıyıyı birbirine bağlamaktadır. Bu vadi boyunda Arykanda ve Stadiasmus Patarensis'te geçen, sadece AESEI harfleri okunan ve bu vadi boyunda olması muh­temel bir kentten başka önemli yerleşim yoktur. Arykandos'un, kaynaklarını aldığı, şu an tama­men kurutulmuş olan Avlan Gölü'ne —>Aedesa (Akçay) dökülmekteydi. Akdağlar'ın (Kragos) doğu yamaçlarından doğan ve Elmalı Ovası'nı sulayan —»Aedesa Nehri boyunca; Komba (Gömbe), Khoma (Hacımusalar), belki Kodopa, Avlan Gölü yakınlarındaki Podalia kentleri ku­rulmuştur. Aşağıya, kıyıya doğru Alaca Dağları'nın hemen altında Tokluca Vadisi'ne kurulmuş olan Ameai (Emez) kentinin yanından, Tokluca Çayı geçmektedir. Bu çay, Dereağzı'na kadar aktıktan sonra; Felen Yaylası'ndan akıp Sanbelen civarlarından doğan ve Kasaba düzlüğünü ge­çen Felen Çayı (Kasaba Çayı da denir) ile Dereağzı'nda birleşirler. Oluşan bu nehir, —»Myros adıyla, yine bir yol güzergahı olan Myros Vadisi'ni geçmektedir. Bu vadide, Dereağzı'ndaki sa­vunma kalesinden sonra Myra'ya kadar bir yerleşime iz vermez. Zaten vadi oldukça dar ve ge­çilmesi zordur.
Lykia'nın yerleşim açısından en önemli ve en çok araştırılmış yeri. şüphesiz —»Ksanthos Neh­ri boylarıdır. Bu nehir boyunca, güneyden kuzeye doğru, Patara (Gelemiş), Letöon (Bozoğlu), Ksanthos (Kınık), Sidyma (Dodurga), Pinara (Minare), Tlos (Düver), Araksa (Ören) biraz daha kuzeyde olmak üzere Oinoanda (tncealiler) ve Balbura (Asar Tepe) kentleri kurulmuştur. Bu kentler —özellikle ilk sayılanlar— Lykia uygarlığının temel taşlarıdırlar. Bu vadi boyunca ilerleyen büyük bir anayol bu kentleri birbirine ve diğer bölgelere bağlar. Balbura yakınlarında olması bek­lenen —>Pyros Nehri ise, Ksanthos'un bir koludur. Stadiasmus Patarensis'e göre, Ksanthos Va-disi'nden Milyas'a iki geçiş yolu vardır. Bunlardan güneyde olanı Neisa (Sütleğen) üzerinden; ku­zeyde olanı ise, Akdağlar'ı (Kragos) aşarak Kastabara (Deliktaş?) üzerinden gider. Daha kuzeyde ise, Indos'un (Dalaman Çayı) bir kolu olan —>Kaularis Nehri, antik —>Kabalitis Gölü (bugün ku­rutulmuş olan Söğüt Gölü) güneyinden kaynağını alır. Gölhisar'ın kuzeyindeki Kibyra ile Lykia'nın kuzey sınırı çizilmiş olmaktadır.
Ksanthos Nehri vadisinin batısında ise, Fethiye Körfezi'ne (Antik Glaukos Kolpos) kadar bölgenin başlıca kentleri, Kadyanda (Üzümlü) ve Telmessos (Fethiye) yer alır. Glaukos Kolpos'a, —»Glaukos Nehri (Kızıl Dere) ve daha batısında —»Ninos Nehri (İnlice Çayı) dökülmektedir. Ninos Nehri'nden sonra Kalynda (Kozpınar) kenti, onun kuzeydoğusunda Hippukome (İthisar) ve Symbra kenderi bulunur. Stadiasmus Patarensis, Kalynda'dan sonra yolu geç dönemlerde Lykia'ya dahil edilmiş olan Karia kenti Kaunos'a (Dalyan) verir, bu arada —»Indos (Dalaman Çayı) Lykia'nın batı sınırını belirlemektedir.


    LYKIA'NIN SU COĞRAFYASI 
     Günümüz Coğrafyası ve Antik Coğrafya
Lykia bölgesi su yönünden oldukça bereketli olmakla birlikte, antik döneme nazaran su re­zervleri günümüzde oldukça azalmıştır. Sulama, kaynakların ve göllerin kuruması veya kurutul­ması ve baraj yapımıyla pek çok nehrin su debilerinde düşüşler görülmektedir. Buna en iyi ömek Başgöz Çayı'dır (—»Arykandos). Nehir, kaynağı olan Avlan Gölü'nün arazi elde etme ve Başgöz üzerinde bir baraj kurma amacıyla suyunun kanallarla akıtılarak bilinçsizce kurutulması sonucun­da neredeyse tamamen sudan yoksun kalmıştır. Nehrin yan kaynakları da bundan etkilenerek es­kisi gibi su vermemektedir. Arykanda'nın hemen yakınlarında, anayol üzerindeki meşhur kayna­ğın suyu, her geçen gün daha da azalmakta ve kurumaya yüz tutmaktadır. Başgöz'e, de­nize dökülmeye 1-2 km. kak, büyük bir hayat veren Göksu (—>Iimyros) bol suyu ile Başgöz'e karışıp Finike'ye kadar ilerlemektedir ve gemilerin girebilmesine müsait bir ağız oluşturmuştur. —Aklar Çayı üzerinde kurulan baraj ve büyük bir kısmı nehrin eski yatağında olan bahçe ve se­raların sulanması, nehrin su miktarının oldukça azalmasına neden olmuştur. Nehir üzerindeki, narenciye bahçeleri ve seralar içersinde kaybolmuş olan 360 m uzunluğundaki bir geç Roma köp­rüsü nehrin antik dönemdeki genişliğini anktmaya yetmektedir.
Daha doğuda okn Çandır Çayı da, Başgöz gibi kuru bir yatağa sahiptir. Yazın neredeyse ta­mamen kuruyan Demre Çayı (—»Myros), yakın dönemlere kadar yol açtiğı seEerle Myra kenti­nin ovadaki kısmını alüvyonlark kapatmıştır. Kuzeyde, antik ismi —»Kabalitis okn Söğüt Gölü de, Avlan Gölü ve Kara Göl'ün akıbetine uğramıştır ve sadece kışın su bulunmaktadır. Elmak Ovası'ndan ve Akdağkr'ın (Kragos) doğu yamaçlarından doğan Akçay'ın (—»Aedesa) üzerine kurulan barajdan sonraki kısmı, şu an sadece bir dere konumundadır. Kragos'un batısında akan —►Ksanthos Nehri de su kaybına uğramıştır. Antik dönemde üzerinden Ksanthos'a kadar gemi­lerle gidilebilen nehirden Ksanthos yakınlarında bazı yerlerinde yürüyerek karşıya geçmek yazın nerdeyse mümkün hale gelebilmektedir. Daha 19 yy. başkanda Fellows, antik eserleri taşıdığı gemileri Ksanthos yakınlarına kadar sokmayı başarmıştı. Nehrin kaynakları, özellikle Araksa ci­varında olmak üzere genelde çok miktarda su vermektedir. Bir başka yan kolu, Tlos yakınlarında büyük bir kaynak olan —>Saklıkent'tir. Antik dönemde Glaukos Kolpos olarak anılan Fethiye Körfezi'ne akan nehirlerden biri olan Kızıl Dere (—>Glaukos Potamos) kaynağını aldığı Nif köy­lerinden sonra sulama kanallarına ayrılmış ve az bir kısmı denize ulaşabilmiştir. En batıdaki Indos Nehri'nin su miktarı da aynı nedene bağlı olarak azalmıştır. Üzerine kurulan baraj nedeniyle Akköprü tamamen sular altında kalmıştır.

Pek çok nehir artık su bulundurmamaktadır. Antik dönemde belki de sürekli akıcılıkları olan bu nehirlerin pek çoğu, yazın su bulundurmadığından artık geçici nehir statüsü kazanmış ya da tamamen yok olmuşlardır. Örneğin Lykia'nın doğu yarısındaki nehirlerden Alakır ve kısa Göksu hariç hepsi (Çandır Çayı, Kesme Boğazı'ndan akan Kesme Çayı —> Idyros, Demce Çayı —»Myros ve üst kolları) geçici nehir statüsüne geçmişlerdir.
 Nehir, Göl ve Kaynaklardaki Su Kaybına Yol açan Etmenler
Tarım sektörü; Bilindiği gibi Teke yarımadası, Türkiye'nin en fazla seracılığının yapıldığı ve narenciye açısından en zengin bölgesidir. Yetiştirilen ürünler sadece bu bölge halkına değil, bütün Türkiye'ye yönelik olarak yetiştirilmektedir. Doğuda Alakır Çayı'nın oluşturduğu alüvyal arazide bulunan Kumluca ve Finike bölgesi başta olmak üzere, Kasaba Ovası, Felen Yayla, Demre Ça­yı'nın kıyıda oluşturduğu arazi, Eşen Çayı boyunca uzanan verimli düzlükler, Fethiye Körfezi kıyıları ve Dalaman havzası, neredeyse tamamen sera ve narenciye bahçeleri ile kapkdır. Bu böl­gelerden elde edilen ürünler tüm Türkiye'ye dağıtılmaktadır. Doğal olarak antik dönemdeki nüfus ile günümüz nüfusu arasındaki orana paralel olarak bu alanlar kat kat çoğalmıştır. Bu bölgelerin bağlı oldukları su kaynakları, çok daha fazla tarım alanına paylaştırılmış, dolayısıyla nehirlerin de­nize kadar ulaşmaları zorlaşmıştır. Bu su dağıtımı, yapay kanallar, su pompaları yapay göletler ya da küçük çapta su yatağı değiştirilmesi aracılığı ile yapılmaktadır.
Barajlar: Türkiye'de enerji ihtiyacı, çok büyük bir oranla nehirler üzerine kurulan hidroelekt­rik santrallerinden sağlanmaktadır. Nehirlerdeki suyun bu santrallerde tutulması su eksilmesinin bir başka önemli nedenidir. Bir çok Avrupa ülkesinde bu amaca yönelik kurulan, doğaya hiçbir zararı olmayan ve külfeti oldukça az olan yel değirmenleri, maalesef Türkiye'de hiç yaygın değil­dir. Pek çok nehir bu doğal bozgundan nasibini almıştır. Üstelik bu uğurda kültür değerleri dahi hiçe sayılmaktadır (örn. Zeugma, Indos Üzerindeki Akköprü). Lykia'da Alakır Çayı ve Elmalı Ovası'ndaki Akçay'ın (—»Aedesa) sularının azalmasindaki ana etmenlerden biri üzerlerinde kuru­lan barajlardır.


İçme suyu ihtiyacı: Suyun kender ve köyler içerisindeki içme ihtiyacına yönelik dağıtımı da su azalmasının önemli nedenlerinden birisidir. Antik dönem insanına yetip de artan bu su mikta­rı, günümüz insanı için zaman zaman yetersiz kalmaktadır, fakat yine de Teke Yarımadası, Türki­ye'de içme suyu sıkıntısı en az olan bölgelerdendir. Fakat kaynakların büyük bir bölümü içme suyu elde etme amaçlı kullanıldığından, nehirlerin kaynaklar aracılığıyla beslenme düzeyi en aza inmiştir.
Diğer bilinçsiz yanlışlıklar: Lykk'daki geniş taam düzlüklerinden yukarıda bahsedilmişti. Bu geniş düzlüklerin insanlara yetmediği ya da buralardan yeterince kullanılmadığı görülmektedir. Tarım alanı ihtiyacını karşılamak isteyenlerin başvurduğu bir yol da bir göl kurutularak arazi sahi­bi olmaktır. Maalesef bu örnekler Teke Yanmadası'nda da görülmektedir. En iyi örneği, Elmak Ovası'ndaM Avlan Gölü arazisidir. Göl etrafına yapılan kanallar aracılığıyla kısa bir sürede kuru­tulmuştur. Yerlilerden aldığım bilgilere göre, bu kurutmanın amacı, yaklaşık 15 yıl önce başlan­gıçta sadece Başgöz (—»Arykandos) üzerine yapılacak bir barajın beslenmesi idi Fakat sonraları, Başgöz kenarlarındaki dağlann barajın duvarlarını tutamayacağı anlaşılmış ve barajdan vazgeçil­mişti. Ne yazık ki iş işten geçmiş, Avlan Gölü'nün kuruma süreci artık başlamıştı. Çok kısa süre­de suyunu kaybeden Avlan Gölü, Başgöz'ün temel kaynağıdır. Onun kuruması nehri de kuruttu. Avlan Gölü bir daha su toplayamadı, çünkü onu besleyen derelerde artık yoktular ve açılan ka­nallar kapatılmadı. Antik dönemde Kragos'un doğu eteklerinden doğup Avlan Gölü'ne kadar ilerleyen Akçay (—»Aedesa) üzerinde yapılan barajdan ve sulama amaçlı ovaya dağıtılmasından dolayı Göl'e ulaşamadan çok önceleri yok olmaktadır ya da yok denecek kadar az bir su bulundu­rur. Bu gölün arazisi tamamen üst yönetici sıfatındaki insanlarca paylaşıldı, böylece Göl'ü satın alamayanlar, onun kurutarak arazisini elde etmiş oldular. Şu an Arykandos Vadisi'nden Elmak'ya giden asfalt yol bu arazinin tam ortasından geçmektedir. Bu yoL yolcularından hikayesini öğre­nenlerin içerisinde buruk bir üzüntü bırakarak, Elmak'ya kadar gider. Elmak Ovası'nda kurutulan göl sadece Avlan değildir. Avlan Göl'ü ortasından geçen yol Elmalı yakınlarında bir başka eski göl içerisinden geçer. Olduğu dönemlerde, Kara Göl ya da Elmak Gölü olarak adlandırılmış bu göl de benzer bir şekilde aşağı yukarı aynı dönemlerde kurutulmuş ve tarım alanı olarak kullanıl­maya başlanmıştır. Kısmen insan ekyle kurutulmuş olan bir başka Göl daha kuzeyde bulunan Söğüt Gölüdür (-^Kaularis). Bu göL sadece kışın su bulundurur ve tarım döneminde tamamen arazileri ekime açılır.


      Suların Lykia Ekonomisindeki Yeri
Pek çok yerde olduğu gibi Lykia'da da başta nehirler olmak üzere su potansiyelinin ekonomi­ye faydası büyüktür. Taşımacılık, tadı su balıkçılığı ve tarım arazilerinin sulanması bu faydada en büyük paya sahip olanlardır. Nehirler üzerinden kendere ulaşım, iç kesimlerden kıyıya mal ulaş­tırması ve yukarılardan elde edilen kerestelerin doğrudan nehir üzerine bırakılarak limanlara ulaş­tırılması büyük bir kolaylıktı. Nitekim Lykia'da bunların tümünün de yapılabilmesi mümkün ol­muştur. Fakat antik kaynaklara bakıldığında nehitde gemi taşımacılığının büyük boyutta olmadığı görülür. Elimizdeki antik kaynaklara göre gemilerle üzerinden kesin olarak ilerlenebildiği belirti­len nehirler şunlardır: 
1)   —>Limyros 
Gagai'dan hamyra nehrine kadar 60 stadiondur. onun 60 stadion ürerinde de Lamyra olarak söylenen kent vardır. (sonra limyros?) nehri boyunca gemiyle gidilebilecek Limyra kenti (gelir)
          2)   —»Ksanthos
Telmissos limanı ve ürerinden Ksanthos'agidilen Ksanthos nehri.
Daha sonra, önceleri Sirbis dedikleri Ksanthos nehri (gelir) Gemilerle 10 stadion gidilirse Utöon'a varılır..
 Patara'dan, gemilerin girebildiği Ksanthos Nehrine (yukarısında Ksanthos Kenti vardır) 60 stadion
Elimize ulaşan bu antik aktarımlara göre sadece iki nehrin gemi ilerleyişine müsait olduğu gö­rünmektedir. Fakat bu ikisi sadece kesin olanlardır ve diğer bazı nehirlerinde bu özelliğe sahip olduğu düşünülebilir. Örneğin —»Indos, belki —»Glaukos ve —-»Alakır bu özelliklere sahip olabi­lir. Yine de portulanlarda gösterilen bilgilere göre bu yönde daha fazla bir gelişme olmadığı ortadadır. Skylaks, İÖ. 5. yüzyılda sadece —»Ksanthos Nehri ve Iimyra'ya gidilebilecek bir nehri (—»Limyros? Göksu) gemilere açık olarak gösterir. Aynı şekilde SMM de sadece —»Ksanthos ve -►Limyros'un ilerlenebilir olduğunu bildirir. Ayrıca, Ptolemaios Lykia bölümünde sadece —»Ksanthos ve —»Iimyros Nehri'nin ağzını vermeyi yeterli bulmuştur. Aslında bu durum bize Lykia'nın gemi ile iç kısımlara ukşıroının kolay olmadığını göstermektedir. Böyle bir durumda bu akarsuların ağızlarında liman kentleri edinen kentlerin şanslı olduğu görülür. Ksanthos Kenti, en azından Klasik Dönem'de Patara'yı liman kenti olarak kullanmış olabilir fakat Ksanthos Neh­ri'nin Patara'ya ulaşmayışı Ksanthos'un limanı olma işlevine gölge düşürmektedir. Limyra'da du­rum böyle değildir. Iimyros kanalıyla Finike, Iimyra'ya hizmet eden büyük bir liman olmuştur. Ayrıca Klasik dönemin iki büyük dynastlığı olan Ksanthos ve Limyra, nehirle ulaşılabildiği kanıt­lanan yegane kentlerdir. Bu özellik elbette diğer kentlere göre zenginlik ve güç bakımından bü­yük bir ayrıcalık oluşturmalıydı. Çünkü en zahmetsiz ve en ucuz ticaret gemiyle yapılmaktaydı. Kara ticareti gerçekten zahmetli ve pahalı olduğundan; bu ucuz, hızlı ve az sorunlu sistem, diğer kentlere nazaran zengin ve güçlü oluşlarının temel nedenlerinden biri sayılmalıdır. Bu kentler, mala daha çabuk ve ucuz sahip olmakta, üstelik çevresine pazarlama şansını elde etmektedir. En azından Roma Dönemi'nde yapılan kaliteli yol sistemleri kullanılıncaya kadar gemi ticareti eldeki büyük güçlerden biri olmalıydı. Dağlık kesimlere olan ulaşımın zorluğu ister istemez liman tica­retlerine yönlendirmişti. Fakat, Lykia'nın ticari gemicilik hususuna da yeterince vakıf olup olma­dığı veriler doğrultusunda bir soru işaretidir.
Nehirler başka şekillerde de ticarete yönelik kullanmışlardır. İç kısımlarda yetişen sedir ağaç­larının limanlara ulaştırılmasında başlıca rol nehirlere düşmekteydi. Lykia ekonomisinde büyük bir paya sahip olan sedir ihracatında en önemli aşama, dağda kesildikten sonra vadideki akarsuya doğrudan bırakılarak denize kadar ulaşmasını sağlamak ve limanlarda toplanarak yüklemelerinin yapılmasıydı. Buna iyi örneklerden bir tanesi —»Arykandos (Başgöz) Nehri'dir. Arykanda yakınla­rındaki sedir ağaçları kesildikten sonra vadi boyunca yolculuğunu bu nehir üzerinde yapmaktay­dılar ve aşağıda Finike limanı'nda toplanarak yüklenirlerdi. Doğu Lykia'da —»•Phoinikus ve —»•Barsak çayları da bu amaç için kullanılmışlardır. Batıda Indos ve Karia'da Kalbis nehirleri de kereste taşınmamda kullanılmışlardır.


LYKİA'NIN HİDRONOMİSİ 
Bölgelere Göre Coğrafi Dağılım     
 Doğu Lykia:
Antalya'dan Kumluca'ya, 1960'larda yapılan kıyı yolundan önce, sadece Çandır Vadisi'nden gidilmekteydi Çandır Vadisi'nden Çandır Deresi akmaktadır ve Kozarası yakınların­dan doğar. Nehrin güneyinde küçük bir vadi olan Gökdere vadisi bulunur ve bu vadiden de —»Sansu adında bir dere akmaktadır. Bu Derenin denize döküldüğü yerde Stadiasmus Patarensis'e bağk olarak bir liman beklenmektedir. Doğu Lykia'nın en önemli akarsuyu —>Alakır Çayı'dır. Bu çayın antik dönemdeki ismi bilinmemekle birlikte, —Limyros ya da —»Gages olabileceği üzerine görüşler vardır. Oldukça uzun bir vadi oluşturan bu çay, çok büyük bir alüvyal ova oluşturmuş ve yatağını değiştirerek doğuya kaymıştır. Kemer'in hemen batısında bulunan Kesme boğazından Kesme Çayı ya da Ağva Dere denen akarsu akmaktadır. Bu akarsu da antik —>Idyros ile eşleştirilmiştir. Daha güneyde Olympos'ta büyük bir ihtimalle ismi —»Phoinikus olan Kavşık Çayı denize karışır, bu su kentin ortasından geçer ve kaynakları belki de, antik dönemde çok güzel bir manzarası olduğu bildirilen aquae Regiae (Krallık suları) adıyla anılır.
Batı Lykia:
—»Ksanthos Nehri'ne gelmeden önce Patara girişi yakınlarında, —»Telephos kaynağı ile özdeş olması muhtemel bir kükürtlü kaynak vardır. Araksa'daki kaynaklarla asıl gücünü bulan —>-Ksanthos Nehri'ne doğudan, Kragos eteklerinden doğan —»Saklıkent sulan karışır. Balbura civarlarında nehre —»Pyros nehri katilır. Telmessos'un kuzeyinde Kızıldere (—»Glaukos) denize ulaşır. Bu nehrin bati kolunun ismi Telmedius'tur. Ondan sonra, antik ismi —»-Ninos olan İnlice Çayı denize dökülür. Daha batıda ise Dalaman (—»Indos) ile inlice çaylan arasında Kalynda ya­kınlarından doğan —>Axon (Kirten Dere) akmaktadır.
Orta Lykia:
Elmak Ovası'ndan doğu Lykia kıyısına Arykandos Vadisi aracılığıyla inilmektedir. Bu vadiden akan —-►Arykandos Nehri'ne (Başgöz) denizle buluşmadan 2 km önce, Limyra'dan kaynaklarım alan Göksu (—»Iimyros) karışır. Daha doğuda Demre'de denize dökülen —»Myros (Demre) Nehri gelir. Myra yakınında —»Sura'daki kaynak havuzunda bir balık kehaneti yapılmaktadır. An­tik kaynaklarda, Myra'nın yakınındaki bir başka yerleşim olan -»Kyaneai yakınlarında, antik kay­naklarda bahsedilen bir kehanet kaynak havuzu vardır. —»Myros'tan, —»Ksanthos Nehri'ne ka­dar, denize dökülen akarsu yoktur.
 Kuzey Lykia:
Mylias Bölgesi'nin ortasından akan —»Aedesa (Akçay) Avlan Gölü'ne dökülür. Çok daha ku­zeyde ise Söğüt Gölü (—>Kabalitis) vardır. Bu gölün güneyinden, Ksanthos'un kaynaklarının doğduğu yerin kuzeyinde, —>Kaularis kaynak bulur ve daha yukarıda —»Indos'a karışır.

KAYNAKÇA :  LYKİA HİDROGRAFİSİ (FATİH ONUR)

LYKİA TARİHÇESİ

 
     İ.Ö. 2. bin Hitit, Mısır ve Mezopotamya kaynaklarında Lukka veya Lukki, Homeros’un İlyada’sında Lykialılar olarak anılan halk, Herodotos’a göre kendilerini Termilai (ki bu adlandırmanın dogru oldugu Lykçe yazıtlarla da ispatlanmıstır) olarak adlandırırlardı. Eski Anadolu dillerinden Luvice ile akraba bir dil konusuyorlardı ve İlyada Destanı’nda Troia müttefiki bir halktı. Yine Hellen antik kaynaklarında Bellerophon ve Khimaira gibi mitosların veya ünlü Tyrins surlarını insa eden ustaların yurdu olarak anlatılan Lykia’da, İ.Ö. 2. bine ait tekil ve dolaylı arkeolojik buluntular mevcutsa da bu döneme ait bir yerlesime henüz rastlanamamıstır. Lykia’nın kısmen daha iyi bilinen tarihi bölgenin İ.Ö. 546 ile 540 yılları arasında Pers egemenligine girmesiyle baslar.

    Tlos Girmeler Magarası’nda ele geçen verilerle, Lykia’da İ.Ö. 4. bin içlerinden baslatılabilen Prehistorik Dönem yasamına dair bazı bilgiler elde edilebilmistir8. Son yıllarda Tlos ve Arsada kentlerinin kuzey dogusundaki Karankılıin’de (Karanlıkin) kesfedilen kaya resimlerindeki bazı motiflerin Latmos kaya resimleriyle benzerligi öngörülmüs olup, Roma Dönemi’nde dahi iskân gördügü anlasılan magara ve çevresi yüzeyindeki görülebilen çömlek parçaları da en erken kullanımın Kalkholithik Çag’a kadar uzanabilecegine isaret etmektedir.

    Su ana kadar İ.Ö. 2. bine ait bir yerlesim izi olmasa da; Ksanthos, Tlos ve Kyaneai’da erken dönem baltalar ile Patara kazılarında Bronz Çag’a ait seramik parçası ve yine erken dönemi isaret eden bir tas balta ele geçmistir. Ayrıca Kuzey Lykia’da, Elmalı Ovası’nda yapılan arastırma ve kazılar sonucu bu bölgedeki yerlesimlerin Geç Neolithik ve Kalkholithik Çaglara kadar uzandıgı belirlenmistir. Bagbası ve Karatas-Semayük’te yapılan kazılarda, yine Neolithik ve Kalkholithik Dönem’e ait kalıntılar, özellikle İ.Ö. 3. bin yerlesimlerine ısık tutan yapı kalıntıları ve küp mezarlar ortaya çıkarılmıstır. Böylece Kuzey Lykia’da Erken Bronz Çag yerlesimine dair kanıtlar bulunmustur. Semayük’teki önemli bulgular arasında, Geç Troia I ile çagdas yapı kalıntıları; Troia I, Thermi ve Poliochni buluntularıyla çagdas küpler; yine Troia I, Tarsus Erken Bronz II, Kusura B buluntularıyla çagdas çanak - çömlek parçaları; Kusura B ile çagdas terrakotta mühürler sayılabilir. Bu sonuç, Anadolu’nun güneybatısında Erken Bronz Çag’a uzanan küçük ölçekli bir yerlesim modelini vermesi bakımından da önemlidir.

    Lykialıların İ.Ö. 2. bin’de bölgedeki varlıklarına dair dilbilimsel veriler vardır. Lykçe’nin Eski Anadolu dillerinden Luvice ile akrabalıgının ortaya konması ve Hitit - Mısır kaynaklarında anılan Lukkalar (Lukkiler) ile Lukka Ülkesi’ndeki bazı yer isimlerinin Klasik Lykia’daki kent isimleriyle fonetik ve cografi uyumu, Anadolu’nun yerli halkı oldukları düsüncesine kesinlik kazandırmıstır. Lukkalılar I. Tuthalia’ya karsı olusturulan Hitit karsıtı Assuva Konfederasyonu’nda yer alırlar. Tell El Amarna arsivlerine göre, İ.Ö. 14. yüzyıl ortalarında Alasia (Kıbrıs) kralı, Mısır firavunu Akhenaton’a (III. Amenophis) yazdıgı mektubunda kıyılarında korsanlık yapan ve her yıl bir kasabalarını yagmalayan Lukkileri sikâyet eder. Lukkalılar Hititlerin yandası olarak Hitit kralı Muvatalli ile Mısır firavunu II. Ramses arasındaki Kades Savası’na katılırlar. Hititlerin batıda yaptıkları askeri girisimler ise Lukka ülkesine dayanır. İ.Ö. 13. yüzyıl sonlarında Ugarit kralı Hammurabi Kıbrıs kralına yazdıgı mektubunda, donanmasını Lukka kıyılarına gönderdigini söyler. Tüm bu veriler ısıgında Homeros’un bahsettigi Lykialılar ile İ.Ö. 2. bin Hitit ve Mısır kaynaklarında adı geçen Lukkalılar veya Lukkilerin aynı halk oldugu kesinlik kazanmıstır. Yani 2. bin kaynaklarındaki “Lukka” adı Hellen dilinde “Lykia”ya dönüstürülmüstür.

     Ayrıca Lykia kıyılarında; 1964’te Gelidonya Burnu’nda, 1984 yılında Aperlai Uluburun’da bulunan ve sırasıyla İ.Ö. 17 ve 14. yüzyıllara tarihlenen batıklar Lykia kıyısındaki liman kentleri Patara, Myra, Limyra’nın Bronz Çag erken yerlesim dönemlerine isaret etmektedir.

     Yine de Hitit ve Mısır kaynaklarında Lukkalılar ve Lukkiler, İlyada’da ise Lykialılar olarak geçen halkın, Büyük İskender’in Lykia’yı fethedip resmi dil Hellence oluncaya kadar, kendilerini “Trmmili (Termilae)” olarak adlandırdıkları bilinmektedi. Nitekim bunu Herodotos’un anlatımları haricinde yerel dildeki yazıtlar da göstermektedir. Aynı isim Patara Yol Kılavuz Anıtı’nda bir yer adı olarak geçmekte ve Kuzey Lykia’da yer alan, hemen yanında Balboura antik kentinin konumlandıgı bugünkü “Dirmil” adının da kökeni olabilecegi belirtilmektedir. Herodotos, Lykialıların Sarpedon öncülügünde Girit’ten Asia’ya, Milyas topraklarına göçtüklerini belirtmektedir. Milyas ise Kuzey Lykia bölgesine karsılık gelmektedir. Her durumda Termillerin (veya Trmmililerin) İ.Ö. 2. bin Lukkaların soyundan bir Anadolu kavmi oldugunu düsünmek mantıklı görünmektedir.

     Lykia Bölgesi’nde 2. bine iliskin bir arkeolojik yerlesime su ana kadar rastlanamamıstır. En erken veriler 1. binden baslar. Mellink, Lykia’da 2. bin yerlesimlerinin kerpiç oldugunu ve bu yerlesmelerin bunun için günümüze ulasamadıgını savlar ve bu savını desteklemek için Myra’da ki St. Nicholaos Kilisesi’nin İ.S. 11. yüzyıla kadar kullanıldıgı halde bugün yaklasık 5 metre alüvyon altından çıkarıldıgını, Myra’ya iliskin 2. bin katmanlarının da çok daha derinlerde aranması gerektigini söyler. Sonuçta bu kaynaklarda Lukkalılar, Homeros’un destanında ise Lykialılar olarak geçen halk, Bronz Çag’da da Akdeniz ve Ege dünyasında etkin olmus görünmektedir.

      Antik kaynaklarda Lykia hakkındaki deginiler net degildir. Homeros’un İlyada destanında (İ.Ö. 8. yy.) Troyalılar’ın en sadık müttefiklerindendir ve Bellerophon mitosu ile bagdastırılırlar. Apollodoros (İ.S. 1. - 2. yy. ise Tyrinsli Proitos’un tahtını Lykialı kayınbabasının gönderdigi birliklerle yeniden ele geçirdigini anlatır.

      Strabon (İ.Ö. 1. yy. - İ.S. 1 yy.) Tyrins duvarlarını insa eden Kyklopların Lykia’dan geldigini belirtir. Antik kaynaklarda Lykia hakkında yazılan seyler özet seklinde ve geneldir. Birkaç yazar Lykia üzerine kitap yazmıstır fakat bunlar genellikle cografya kitaplarıdır. Örnegin Cornelius Alexander Polyhistor’un (İ.Ö. 2–1 yy.) Peri lykias adında iki kitaplık bir eseri vardır. Polyharmus (İ.Ö. 2. yy?) ve Alabandalı Leon (İmp.Dön.) iki kitaplık Lykiaka yazmıslardır. Delos’da Apollon’a yazdıgı hymnoslarla tanınan Olen’in Lykialı oldugu söylenir. Pausanias bir pasajında onun Hyperborealı oldugunu anlatırken, bir baska pasajında Lykialı oldugunu söyler. Suda (İ.S. 10. yy.) ise Olen’in Ksanthos’tan geldigini söyleyen Kallimakhos’tan ve Alexander Polyhistor’dan alıntı yaparak, onun Lykialı kökenini benimsemistir.

       En iyi bilinen Lykialı yazar İ.Ö. 4. yüzyılda iki kitaptan olusan “Lykiaka” adlı eserin yazarı ve Hellen kökenli oldugu söylenen Ksanthoslu Menakrates’tir. Bu eserden ele geçen bes parçanın ikisinden çıkarılan sonuçlara göre, Menakrates Lykia’nın mitolojik geçmisini ortaya koymaya çalısmıstır. Bir diger kaynak ise İ.S. geç 5. ve 6. yüzyıllarda yasamıs olan Lykialı Capiton’dur. Capiton’un orijininden hiç fragman ele geçmese de bu esere atıf yapan kaynaklardan anlasıldıgına göre cografyacıdır. Phaselis İ.Ö. 4. yüzyılda yasamıs tragedyacı Theodektas’ı yetistirmistir. Lykia için bir diger kaynak da Aristoteles’in 158 politeia’yı tanımladıgı korpusunda yer alan Lykion Politeia adlı eseridir.

    Herodotos’a göre, Lykialılar Girit’ten gelmislerdir. Herodotos, Girit’in barbarlarca iskân edildigini ve böylece Lykialıların da barbar olduklarını kabul eder. Menandros da Lykialıların barbar olduklarını söyler. Strabon Anadolu yarımadasında on altı ırk yasadıgını ve bunların üçünün Hellen, digerlerinin ise barbar olduklarını belirtmistir. Strabon, Epheros’tan alıntı yaparak, Miletos kentinin Sarpedon’un Girit’ten getirdigi kisilerce kuruldugunu anlatır. Apollodoros Sarpedon ve Minos arasındaki bir savastan sonra Miletos’un gelip Milet’i kurdugunu, Sarpedon’un ise Lykialılar ile savas halinde bulunan Klix ile müttefiklik kurarak Lykia’ya kral oldugunu anlatır. Bütün bunlara dayanarak Lykialıların Girit kökeni pek çok bilim adamı tarafından ciddi sekilde öne sürülse de, Girit kökeninin dogru olmadıgı anlasılmıstır. 1903 yılında Girit Phaistos’da bir sarayın kalıntıları arasında bulunan ve üzerinde toplam 242 ideografik isaret tasıyan pismis toprak bir disk üzerinde, Lykia’nın semerdamlı lahit mezarlarına oldukça benzeyen bir sekil yer almaktadır. Ne oldugu ve anlamı bugün için henüz bilinemeyen ve yaklasık İ.Ö. 18. yüzyıl sonlarına tarihlenen bu diskin üzerindeki isaretlerin benzerleri Anadolu’da vardır ve baska bir örnegi bulunmayan bu belgenin Güneybatı Anadolu’dan Girit’e getirilmis olabilecegi üzerine görüsler vardır. Yukarıda kısaca deginildigi ve O. Aksit’in de önerdigi üzere “Termiller”, Lykia’da yine aynı köklere sahip bir kabile veya bir grup adı gibi algılanmalıdır ve Phaistos diski de Anadolu’dan Girit’e geçmis olmalıdır. Nitekim Herodotos, Sarpedon’un annesi olarak aktardıgı aslen Asialı Europe’nin, Hellenlerin bu adla andıkları kıtaya hiç ayak basmadıgını ve Phoinike’den Girit’e oradan da Lykia’ya gittigini vurgular. Fakat su da unutulmamalıdır ki, Hitit metinlerinde “Lukka”, Hellen kaynaklarında “Lykia” olarak anılan cografya ve halkın adına, kendi dillerindeki yazıtlarda rastlanmamıstır. Lykçe yazıtlarda kendilerini ve bölgelerini hep “trmmili” veya “trmmisn” olarak tanımlayan bu halkın, neden Hititçedeki “Lukka” veya benzer bir tanımlamayı (yani İ.Ö. 2. binde tasıdıkları adlarını) kullanmadıkları belirsizdir.

     İ.Ö. 8. - 7. yüzyıllardaki kolonizasyon hareketlerinden Lykia’nın dogusundaki birkaç kentin etkilendigi kabul edilir. Lykia’nın bu hareketten kendini koruyabilmis olması da kısmen güçlü bir deniz ve kara gücüne baglı olmasıyla açıklanabilir. Dogu’da Phaselis, Rhodiapolis ve belki de Gagai, Korydalla kentlerinin kolonizasyonla baglantıları özellikle Rhodiapolis kazılarıyla kesinlik kazanabilir. İ.Ö. 6. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’daki en önemli siyasi güç kabul edebilecegimiz Lydia Krallıgı’nın, Lykia üzerinde herhangi bir sekilde egemenlik kurmadıgına dair Herodotos’un anlatımı referans kabul edilebilir. Nitekim Herodotos, “…Halys ırmagının beri yakasındaki ulusların, Kilikia ve Lykia’dan gayri hepsi boyun egmis, Kroisos’un egemenligini tanımıslardı…” ifadesiyle bunu açıkça belirtmistir. Anlatımın devamında Kroisos’a boyun egen halkların listesini verir. Herodotos’un anlatımına göre, Karia ve Pamphylia bölgeleri Lydia egemenligini kabul etmisti. Bu durum, cografi olarak bu ikisinin arasında uzanan Lykia’nın kendi bagımsızlıgını koruyabilmesi için kuvvetli bir kara ve deniz gücüne, dahası Lykia kentlerinin (veya beylerinin) bu güçlerini birlestirip organize hareket edebildikleri ulusal bir ruha sahip olmalarıyla açıklanabilir. Nitekim Lykia’ya dair yukarıda bahsettigimiz 2. bin verileri ve Homeros’un Troia Savası anlatımları da bu fikri desteklemektedir. Lykia’da yürütülen arkeolojik arastırmalarda da Lydia egemenligine isaret edebilecek bir veri su ana kadar kayda geçmemistir. Strabon’un Sardes kenti anlatımında ise tam aksi bir sonuç çıkmaktadır. Nitekim Strabon, Kallisthenes’i kaynak göstererek, Lydia Krallıgı’nın yönetim merkezi Sardes kentinin önce Kimmerler ondan sonra Trerler ve Lykialılar tarafından zapt edildigini anlatır. Sayet Strabon’un bu anlatımı dogru ise, Lykialılar kuzeye bir istila seferi düzenlemis olmalıdırlar.

     Biz Lykia’nın tarihi hakkında en erken anlatımları Hekataios ve Herodotos’ta buluruz. Bu nedenle Lykia tarihi hakkındaki daha net bilgilerimiz, Perslerin bölgedeki varlıklarıyla baslar. Fakat Lykia’nın Pers isgalinden Büyük İskender’in gelisine kadar politik tarihi hakkında fikir sunabilecek edebi, epigrafik, nümizmatik ve arkeolojik verileri bir araya getirildiginde, bu dönemde belirli diger bölgelerle -Pers ve Hellen– iliskileri hakkında bilgi edinilebilse de, bölgenin kendi iç tarihi hakkında çok az sey
söylenebilir.

    İ.Ö. 546 ile 538 tarihleri arasında (Perslerin sırasıyla Sardes ve Babil’i isgali) bir zamanda Perslerin Med kökenli generali Harpagos, İonia kıyı seridini ele geçirdikten sonra, Pedasalılar dısında karsı koymadan teslim olan Karia’yı ve Herodotos’ta hazin bir sekilde sonlanan, Ksanthosluların karsı koymasından sonra da Lykia’yı ele geçirmistir.

    Pers hakimiyetinin gelisi, idari organizasyonun gelisiminde süphesiz itici bir güç olmustur. Bazı bilim adamlarının isaret ettigi gibi, Pers hâkimiyeti sadece sözde kalmıs gözükmektedir ve bu dönemde bölgede hiç Pers garnizonu kurulmamıs gibidir. İleride ayrıntılıca deginecegimiz üzere, nümizmatik veriler Lykia dynastlarının kendi adına sikke bastırabildiklerini ve böylece belirli bir otonoma sahip olduklarını göstermektedir.
     
     Ancak Persler, bölgenin bundan böyle kendi çıkarları dogrultusunda yönetilmesi (en azından verginin sorunsuz alınması ve stratejik önemdeki limanların güvenli sekilde kullanılabilmeleri) için gerekli girisimlerde bulunmus olmalıdırlar. Nitekim genel kanıya göre; kısa süreli kesintiye ugrasa da, bu dönemden sonra Lykia kentleri, Limyra Dynastı Perikle’nin Satrap İsyanı’na katılmasına kadar, Pers Büyük Kralı’na vergi ödeyen yerel beyler -dynastlar- tarafından yönetilmistir. Lykia’nın Pers hakimiyetine dahil olduktan sonra, Büyük Dareios’un reformlarına kadar, İonia ve Karia ile birlikte Sardes’e baglı oldugu kabul edilir. Lykia Dareios’un Skythia Seferi’ne katılmamıs görünse de Herodotos, altı yüz gemiden olusan donanma haricinde Dareios’un kara ordusunun yedi yüz bin atlı ve yayadan olustugunu; kralın, ordusundaki halkları Asurca ve Hellence olmak üzere iki dikilitasa listeledigini, imparatorlugundaki ulusların hepsini sefere götürdügünü belirtir. Su halde bu konuda kesin bir yargıya varmak mümkün görünmemektedir.

      Lykia, I. Dareios’un İ.Ö. 516/515’te yıllık olarak 400 gümüs talent vergi ödemekle yükümlü kıldıgı ilk satraplıgı olusturan ülkeler arasındaydı; her üye kendi payına düsen vergiyi ödemekle sorumluydu. Bu durum yani bölge kentlerinden verginin toplanarak merkez satraplıga iletilmesi gerekliligi, Lykia’da merkezi bir idare seklinin varlıgını gösterebilir. Nitekim I. vergi bölgesi içinde Lykia ile beraber İonialılar, Asia Magnesialıları, Aiolialılar, Karialılar, Milyaslılar ve Pamphylialılar sayılmaktadır. Üye her ülkenin esit kosularda vergi ödedigi düsünülse bile, Lykia kentlerinin yıllık en azından 57 talent (yak. 1500 kg.) gümüs ödemeleri gerekirdi. Her yıl bu orandaki bir verginin kentlerden toplanması ise organize bir teskilatlanmayı gerektirirdi. A. H. M. Jones İ.Ö. 5. yüzyılın ortalarında Lykia’nın Attika-Delos Birligi’ne 10 talent vergi ödemesinin müsterek bir hazineye ve bu vergiyi ödeyebilmek için düzenli finansal bir organizasyona sahip olması gerekliligini belirtmistir. Bu dönemde Ksanthos, Lykia’nın geri kalanıyla Pers egemenler arasında idari baglantıyı saglamıs göründügünden, bölgenin siyasi merkezi ve en önemli kenti konumundaydı.

     Bryce, Herodotos’un anlatımından yola çıkarak, Perslerin kontrolü ve gözetimi altında Ksanthos’un diger Lykia kentlerinden gelen yerlesimciler tarafından yeniden iskân edildigini ve Ksanthos’taki dynastlıgın Perslerin talimatıyla kurulmus olabilecegini önermektedir. Ksanthos’taki son bulgularla İ.Ö. 7. yüzyıla kadar giden kabartma bezemeli anıtlar ve Pers isgali öncesine tarihlenen ve Lykia beylerinin mezarları olarak yorumlanan kabartmalı dikmelerin varlıgı, “beylik” sisteminin Pers isgali öncesinde Lykia’da zaten mevcut oldugunu belgeler. Ayrıca Herodotos’un aktardıgı gibi, İ.Ö. 6. yüzyılın ilk yarısında Lydia kralı Kroisos’un egemenlik altına alamadıgı iki halktan biri Lykialılardır ki, bu onların kuvvetli bir yönetim ve askeri organizasyon ile Lykia kentlerinin ortak hareket edebilme kabiliyetine sahip olduklarına isaret eder. Daha erken bir kaynak olan Homeros’un İlyada destanında, Lykialılar iki bey önderliginde Troia’ya gitmislerdi. Genelde “dynast” olarak tanımlanan yerel beyler veya üyesi oldukları aileler (ki bunlar aynı zamanda büyük toprak sahipleridir) Pers isgali öncesinde de siyasi erki temsil ediyor olmalıydılar. Bu sonuç su anlama da gelmektedir ki, Lykia’da sikke basımının en erken İ.Ö. 525/20 tarihlerinde baslamasının temel nedenlerinden biri, Ksanthos dynastlıgının yeniden yapılandırılması veya kurulmasından ziyade, aynı tarihlerde Dareios’un düzenlemeleri sonucu dahil edildigi vergi mükellefligi olmalıdır. Aslında Ksanthos kazılarından elde edilen arkeolojik bulgular kentin Herodotos’un bahsettigi ölçüde tahrip olmadıgını göstermektedir. Ksanthos kazıları sonucunda yayınlanan ve Pers hakimiyetinden hemen sonraya tarihlenen bir grup seramik buluntu Attika etkilidir.

      İsokrates (İ.Ö. 436-338) Lykia’nın Persler tarafından ele geçirilmedigini söyleyecek kadar ileri gitmistir. Bu durum kesin dogru olmasa da Lykia, özel kosulların dayatmasına göre, güçlü komsuları karsısında kısmen özgür kalan bir bagımsızlık gelistirdi. Bu yüzden, Lykialılar İ.Ö. 500–494 yılları arasındaki İon Ayaklanması’na katılmadılar. Herodotos, ayaklanma sırasında özellikle Kıbrıs’ın ve Karia’nın da isyan ederek İonlarla isbirligi yaptıgını anlatmasına ragmen, Lykia’yı hiçbir sekilde anmamıstır. Lykia, Kserkses’in İ.Ö. 480’de Hellenistan’a yaptıgı sefere 50 gemi ile katılmasına ragmen çok geçmeden, İ.Ö. 452/51, 451/50 ve 446/45 yıllarında, Atina tribut listelerinde görülmektedir. Konumuz açısından, Kserkses’in seferinde (özellikle Salamis’te) Lykia’nın rolü önemlidir. Çünkü Herodotos bu seferde Lykialıların komutanı olarak “Kossikas oglu Kybernis”i  belirtir ki, aynı kisi “Harpya” Anıtı’nın sahibi olarak önerilir. Böylece bu tarihsel gelisme mezar üzerindeki kabartmaların ikonografisini de etkilemis görünmektedir. Konu ileride ayrıntılı biçimde tartısılacaktır. Herodotos’un sefere katılan halkların seflerini saydıgı anlatımına göre, Lykia’nın batı komsusu Karia’nın birliklerine üç sef öncülük ederken, Lykialılar tek sef veya komutana sahiptiler. Herodotos donanmayı anlatırken Lykialıların askeri giyim kusam gelenegine dair bilgiler de verir. Buna göre; Lykia savasçıları zırh olarak gögüslük ve dizlik giyiyorlardı; silah olarak kızılcık agacından yay, dikensiz kamıs ok ve mızrak, kılıç ve hançer tasıyor, omuzlarına keçi postu atıyor, baslarına çepeçevre tüyler takılı keçe baslık takıyorlardı. Sefere katılan diger ulusların anlatımında, adları okunamayan fakat Khalybialılar olabilecegi önerilen bir halkın Lykia isi mızraklar tasıdıgını, Lykialılardan ayrı anlattıgı Milyaslıların da Lykia yayları tasıdıklarını belirtir. Bu anlatım da, Lykialıların daha o zamanlar silah yapımında usta olduklarına ve sefere silah donanımı saglayarak da katkıda bulunduklarına isaret eder. Yine Herodotos’un İon Ayaklanması kapsamındaki Lade Savası anlatımında, savasa katılan İon kentlerinin gemi sayıları verilmektedir. Buna göre Priene on iki, Myus üç, Teos on yedi, Erythrai sekiz, Phokaia üç, Samos altmıs, Lesbos yetmis, Khios yüz, Miletos seksen gemiyle katılabilmislerdi. Pers korkusuyla son ölüm kalım mücadelesine girisen bu kentler ellerinde ne kadar gemi var ise savasa sürmüslerdi ki, Miletoslular yedekte bir tek gemi bırakmadan katılmıslardı. Güçlü İon kentlerinin sahip oldukları bu gemi sayısı bize Lykialıların, Kserkses’in Hellen seferine yardım için gönderdigi elli geminin hiç de azımsanmayacak bir deniz gücü oldugunu göstermektedir. Nitekim Lykia bey ve kentlerinin, kendi savunmaları için yeteri miktarda deniz ve kara gücünü bölgede bulundurdugu varsayıldıgında, önemli ölçüde bir askeri donanıma sahip oldugu söylenebilir.

     Tribut listelerinde Lykia’nın Birlige katkı olarak yıllık 10 talent gümüs vergi ödedigi belirtilmistir. Bu oran vergi ödeyen diger üyelerle karsılastırıldıgında oldukça küçük bir miktardır. Bu durum Atina bakıs açısıyla önemli olanın bölgeden alınan vergiden ziyade, Lykia limanlarının Akdeniz ticareti ve donanma için stratejik önemde olmasıyla açıklanmaktadır. Lykia’nın tribut listelerinde gözükmesi, Atinalı komutan Kimon’un Eurymedon’a yelken açtıgında (İ.Ö. 468) Lykia’yı da Delos Birligi’ne katılmaya zorlamıs olabilecegini gösterir. Keza Diodoros’un (İ.Ö. 1.yy.) anlatımları da buna isaret ediyor olabilir. Plutarkhos, Kimon’un Phaselis’i kendisine katılmaya zorladıgını anlatmıstır. Yani Kimon Eurymedon savasından önce birçok Lykia kentini Birlige katılmaya zorlamak için askeri güç kullanmıs, Perslerden ayrıldıklarını garantileyecek ve gelecekleri için bir güvence olarak hizmet görecek olan askeri yardımlarını listeye dökmüstü. Nitekim Ksanthos’ta kazıcıları tarafından yaklasık İ.Ö. 470-460 yıllarına tarihlenen yıkım katmanı, bazı arastırmacılar tarafından Kimon’un seferiyle bagdastırılmıstır. Bryce ise kesinlikle bu tahribattan önce yapılmıs olan “Harpya” Anıtı’nın hiç tahrip görmemesi ve tamamen saglam kalmasından yola çıkarak, bu yıkımın olası bir yangın veya baska felaketten kaynaklanmıs olabilecegini belirtmistir. Bu durumda aynı sorgulama, Akropol’deki daha önceki bir yıkım katmanı için, Ksanthos’un Persler tarafından ele geçirilmesi hususunda da yapılabilir. Zira Herodotos’un aktardıgı sekilde, Ksanthoslular kendi kentlerini atese vererek, kadınlarını ve çocuklarını öldürüp savasta yok oldular ise; Perslerin bölgeye gelisinden önce insa edilmis “Aslanlı Mezar” veya yakın zamanda kabartmalı blokları ele geçen anıtlar neden hiç tahrip olmamıstır?

     Tribut listelerinde Telmessosluların Lykialılardan ayrı anılmaları, Telmessos’un Ksanthos vadisiyle baglantılı cografi konumundan dolayı akla yatkın görünen sıkı Lykia baglarıyla birlikte, bagımsız bir sehir olabilecegini de gösterir. Zira çogu tarihçi tarafından sıkça bir Karia kenti olarak anılmıstır. Aslında ele geçen bir listede Lykia’nın Lykioi kai sun(teleis)  olarak geçmesi, bölgede çesitli birimlerin gruplasmasına ya da idari nedenlerle kendisine farklı birimlerin baglandıgı bir Lykia bölgesine isaret edebilir. Letoon’da bulunan üç dilli yazıt, Lykia’da ki politik yapıya ve sunteleis’in anlamına biraz ısık tutar. M. Wörrle, Letoon yazıtında “Lykialılar ve Perioikoi’dan bahsedilmesinin, biri Limyra’dan digeri Telmessos’tan iki Ptolemaik yazıtla paralellik gösterdigine isaret ederken; perioikoi teriminin sehir sakinleri ile dısarıda oturanlar arasındaki yasal ayrımı yansıttıgını ileri sürer. Ne olursa olsun sayet Lykia, yurttaslar ve perioikoi seklinde yasal iki gruba bölündüyse, Atina tribut listelerinde geçen sunteleis ifadesinin, Atina’nın bakıs açısından formüle edilen bu ayrımı yansıttıgı düsünülebilir. Sunteleis ifadesinin olası bir baska açıklaması da, Telmessos’un Lykia’dan ayrı bir birim olarak tribut listelerinde varlıgının gösterdigi gibi, ikincil öneme sahip alanların kendisine idari nedenlerle baglandıgı bir Lykia bölgesi olasılıgıdır. Bunun için çok az kanıt bulunsa da, ülkenin Lykçe karsılıgı olan trimmis, olasılıkla Ksanthos Vadisi’nin dısına çıkmayan sınırlı bir alanı anlatmak için kullanılıyordu. Bu olasılıklara ragmen, Atina tribut listelerinde geçen “sunteleis” ifadesinin anlamını açıga çıkaracak kesin bir kanıt yoktur.

     Lykia’nın Attika – Delos Birligi’ne üyeliginin her durumda yaklasık İ.Ö. 430 yıllarında kesinlikle son buldugu genel olarak kabul görmüstür. Tarihçi Thukydides’in anlatımına göre, Atinalı komutan Melesandros, Birlik adına vergi toplamak amacıyla geldigi Lykia topraklarında, İ.Ö. 430/29 yıllarında öldürülmüstür. Lykia’nın İ.Ö. 5. yüzyılın son çeyregindeki tarihi olaylarının anlatıldıgı Ksanthos Üç Dilli Yazıtı’nda da yine “Melesandros” ismi geçer. Henüz içerigi tam anlasılamayan Lykçe yazıta göre, Trbbenimi adında bir Lykia beyi veya komutanı, Melesandros ve ordusunu yenmistir. Her durumda Lykia, yaklasık İ.Ö. 440/30’lardan sonra Delos Birligi’nin bir üyesi görünmemektedir.

     İ.Ö. 490 yılında Marathon’da baslayan ve yaklasık kırk yıl boyunca belirli aralıklarla devam eden Hellen – Pers savasları, yüzyılın ortalarında yapılan bir antlasmayla geçici olarak son bulur. İ.Ö. 449 yılında yapılan Kallias Barısı sonucunda Pers ve Hellen donanmalarının hareket sınırları olarak, Orta Lykia kıyılarındaki Khelidonia (Gelidonya) Adaları belirlenmistir. Daha sonraki yıllarda, Peleponnesos Savasları sırasında (İ.Ö. 431-404) Lykialıların nasıl bir rol oynadıgı bilinemiyorsa da, yukarıda degindigimiz gibi, Atinalı komutan Melesandros’un öldürülmesi Lykia beylerinin Pers – Sparta ittifakına uygun hareket ettiklerine isaret eder. İ.Ö. 5. yüzyılın sonlarında Lykia beyleri ve kentlerinin kendi aralarında da mücadele etmis oldukları, özellikle Ksanthos Yazıtlı Dikmesi’nde okunur. Nümizmatik verilerden ve yerel dildeki yazıtlardan anlasıldıgı kadarıyla, Lykia’nın kendi içindeki bu çatısmalar İ.Ö. 4. yüzyılın ilk çeyregi boyunca devam etmistir. İ.Ö. 4. yüzyılın ilk çeyregi sonlarında Dogu Lykia’da Limyra beylerinin, özellikle “Lykia Kralı” olarak da anılan Limyra beyi Perikle’nin, egemenlik sahasını genisleterek Lykia’nın büyük bir bölümüne hükmettikleri anlasılmaktadır. Lykia, İ.Ö. 360’larda Limyra Dynastı Perikle önderliginde Satrap İsyanı’na katılmıstır. İsyanın basarısız olması, Lykia’da “dynastik sistem” olarak adlandırılan yönetim biçiminin de sonu olmustur. Nitekim bu tarihten itibaren Lykia beylerinin otonomilerinin ve egemenliklerinin sembolü olan sikke basımı ve plastik bezemeli mezar anıtları (dikme, tapınak biçimli veya temenoslu anıt mezarlar) ortadan kalkmıs görünmektedir. Bu isyanın bastırılmasından sonra Pers Büyük Kıralı III. Artakserkses, Lykia’yı müttefiki Karia’nın hakimiyetine bırakmıs gözükür. Fakat Karia egemenliginin Lykia’nın tamamını kapsayıp kapsamadıgı veya ne kadar sürdügü tartısmalıdır. Konumuzun içerigi geregi bu tartısmalara deginilmeyecektir. Her durumda Lykia, ya dogrudan ya da Hekatomnidler aracılıgıyla, İskender’in gelisine kadar Pers egemenliginde kalmıstır.

(KAYNAKÇA: Arkaik Dönem plastik eseri ışığında Lykia İkonografisinde yerel ve yabancı unsurlar. ŞÜKRÜ ÖZÜDOĞRU)

     İÖ. III. Yy.a gelindiğinde Lykçe ortadan kalkmış yerini Hellenceye bırakmıştı. Hellence kent adları bu tarihten sonra ortaya çıkmıştır. Lykia IV. Yy. da birlik çabalarına girişir, Limyra beyi Perikles bu birliğin oluşmasını sağladı. Bu birliğin her yıl sonbaharda toplanan bir senatosu vardı. Senatado birlik işleri görüşülüp, savaş, barış, ordunun düzenlenmesi, birlik hazinesinin ne şekilde harcanacağı karara bağlanırdı. Senatoyu Lykiarkhes denilen ve bir yıl için seçilen bir başkan yönetirdi. Lykia Birliği, oy verme hakkına sahip 23 kentten oluşuyordu. Altı kent üç oy verme hakkına sahipti; Ksanthos, Patara, Pinara, Tlos, Myra, Olympos.

    Sulla döneminde, Kybiratis bölgesi de Lykia'ya eklendi. Kibyra, Oinoanda, Bubon ve Balbura kentleri de ikişer oy hakkıyla birlikte temsil edilmeye başlandı. Antik dönemdeki nüfusu 200.000 kişi olarak tahmin edilmektedir. İS. 141 yılındaki depremle yerle bir olan Lykia kentlerinin imarı için Rhodiapolis'li zengin Opramoas büyük yardımlarda bulundu Lykia, 

    İS. 5 Ağustos 240 tarihinde meydana gelen büyük depremle, sönükleşmeye yüz tuttu. Bizans Çağı'nda Lykia kentleri küçülerek yaşantılarını devam ettirdiler. MS. 7. yy da başlayan Arap akınlarıyla birer birer yok oldular. Lykialılar, soylarını babalarına göre değil annelerine göre ifade ederlerdi. Tüm Lykia, mezarlar ülkesi görünümündedir. Çoğu B.İskender'den öncesine aittir.

(KAYNAKÇA: www.arkeolojidunyasi.com )